İngiltereli-ABD’li ekonomist Angus Deaton, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) internet sitesinde yayınlanan “İktisadımı Yeniden Düşünmek” başlıklı bir makale kaleme aldı. 2015 yılında Nobel Ekonomi Ödülü’ne layık görülen Deaton, “Koşullar evrildikçe kişinin kendi görüşlerini sorgulaması iyi bir şey olabilir” ifadelerini kullandı.
Daha önce kendisinin de sendikaları bir ‘baş belası’ olarak gördüğünü ancak artık böyle düşünmediğini belirten Deaton, serbest ticaret ile göçün ABD için iyi bir şey olduğuna artık inanmadığını yazdı. Deaton’ın iddiasına göre, son 150 yıldır yapılan uzun erimli analizler, ABD dışarıya ‘açık’ olduğunda eşitsizliğin yüksek olduğuna, ülke sınırları kapalı olduğunda ise ülkedeki eşitsizliğin çok daha az olduğuna işaret ediyordu.
‘MALİ KRİZE KATKIDA BULUNMUŞ OLABİLİRİZ’
İktisatçıların pek çok şeyi bildiğini ve anladığını ifade eden Deaton, “Ancak bugün bir karmaşıklığın içindeyiz. Toplu olarak mali krizi tahmin edemedik; daha da kötüsü, piyasaların yeterliğine olan fazla hevesli inancımız, özellikle de yapısını ve işaret ettiklerini düşündüğümüzden daha az anladığımız finans piyasalarına olan inancımız yoluyla bu mali krize katkıda bulunmuş olabiliriz” özeleştirisinde bulundu.
Nobel ödüllü olanlar dahil pek çok ekonomistin diğerlerinin hatalı olduğu noktalara odaklandığına işaret eden Angus Deaton, pek çok diğer kişi gibi son dönemde kendisinin de fikirlerinin değiştiğine, bunun 50 yılı aşkın süredir bu alanda faaliyet gösteren bir iktisatçı için şaşkınlık ve yenilgi hissi uyandıran bir süreç olduğuna dikkat çekti. Makalesinde öncelikle ‘genel başarısızlıklara’ değinen iktisatçı, bunları güç, felsefe ve etik, yeterlik, empirik yöntemler ve tevazu olmak üzere beş ana başlık altında ele aldı.
‘GÜÇ ANALİZİ YAPMADAN KAPİTALİZMDEKİ EŞİTSİZLİĞİ ANLAMAK ZOR’
Deaton’a göre, ekonomistlerin ‘serbest, rekabetçi pazarlara ve dış kaynaklı teknik değişime olan vurgusu, dikkatlerini aynı zamanda fiyat ve maaş belirleme, teknik değişimin yönünü seçme ve oyunun kurallarını değiştirmek için siyaseti etkileme konusunda gücün öneminden uzaklaştırabiliyor.’ Deaton, ‘güç’ alt başlığı altında ayrıca şu değerlendirmede bulundu: “Güç analiz edilmeden modern kapitalizmde eşitsizliği ya da başka şeyleri anlamak zordur.”
‘İNSANLAR İÇİN ÖNEMLİ OLAN ŞEYLERİN ÇOĞUNU KAÇIRIYORUZ’
İkinci olarak ‘felsefe ve etik’ konularına değinen Angus Deaton, Adam Smith ve Karl Marx’tan John Maynard Keynes, Friedrich Hayek ve hatta Milton Friedman’a kadar pek çok ekonomistin aksine iktisatçıların etik ve insanların iyi halini neyin oluşturduğu konusunda düşünmeyi büyük ölçüde bıraktığını yazdı. Ekonomistleri yeterlik ve etkinliğe odaklanan teknokratlar olarak nitelendiren Deaton, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ekonominin amaçları ve – refah ekonomisi uzun zaman önce müfredattan silinirken – iyilik hali ya da filozofların eşitlik hakkında söyledikleri konusunda çok az eğitim aldık. Baskı altında kaldığımızda çoğu zaman gelir temelli faydacılığa yaslanıyoruz. İyilik halini çoğu zaman para ve tüketimle aynı kefeye koyuyoruz; bu esnada insanlar için önemli olan şeylerin çoğunu kaçırıyoruz. Mevcut iktisat düşününde bireyler, aile ya da toplumlardaki insanlar arasındaki ilişkilerden çok daha büyük önem arz ediyor.”
‘BİZ EKONOMİSTLER HAKLI OLDUĞUMUZDAN FAZLA EMİNİZ’
Üçüncü olarak yeterlik ve etkinlik konusunu ele alan Angus Deaton, bu kavramların önemli olduğuna ancak bunlara diğer amaçlardan daha fazla değer biçtiklerine dikkat çekti. Deaton, bu süreçte sosyal adaletin piyasalara ‘itaat eder’ bir hal aldığına işaret etti. İktisatçıya göre, ortalama olana, çoğu zaman mantıksız bir şekilde ‘milli çıkar’ olarak tarif edilene gösterilen dikkat, bu süreçte dağıtım ve bölüşmeye hakim olmuş vaziyetteydi.
‘Empirik yöntemler’ başlığı altında ekonomide halihazırda kabul edilen yöntemleri değerlendiren Deaton, esasında tarihçilerin makul, ilginç ve üzerine düşünmeye değer önemli mekanizmaları tespit etme konusunda ekonomistlerden daha iyi olabileceğini ifade etti. Son olarak ‘tevazu’ konusunu ele alan Deaton, “Çoğu zaman haklı olduğumuzdan fazla eminiz. Ekonomi, net cevaplar verebilen güçlü araçlara sahiptir; ancak, bu, tüm koşullar altında geçerli olmayan varsayımlar gerektirir. Hemen her zaman rekabet halinde anlatımlar olduğunu bilmek ve bunlar arasından seçim yapmayı öğrenmek iyi olabilir” diye yazdı.
‘BEN DE SENDİKALARI BAŞ BELASI OLARAK GÖRÜRDÜM AMA…’
Son olarak ‘İkinci Düşünceler’ alt başlığı altında zaman içinde fikrini değiştirdiği konuları ele alan Deaton, burada özellikle sendikalar, serbest ticaret ve göç meselelerini değerlendirdi. Pek çok akranı gibi uzun zaman boyunca sendikaları ‘ekonomik (ve çoğu zaman kişisel) yeterlik ve etkinliğe müdahale eden bir baş belası’ olarak gördüğünü ve ‘yavaş yavaş yok olmalarını memnuniyetle karşıladığını’ anlatan Deaton, “Ancak bugün büyük şirketlerin çalışma koşulları, maaşlar ve kurumsal lobilerin sendikalara nazaran çok az söz hakkı olduğu Washington’daki kararlar üzerinde çok fazla gücü var” değerlendirmesinde bulundu.
Sendikaların bir zamanlar hem üyesi olan hem olmayan kişilerin maaşlarını artırdığına, pek çok yerde sosyal sermayenin önemli bir parçası olduklarına ve çalışan insanlara siyasi güç getirdiğine dikkat çeken Deaton, sözlerini şöyle sürdürdü: “(Sendikaların) düşüşü, gelir bölüşümünün düşmesine, yöneticilerle işçiler arasındaki uçurumun açılmasına, toplumların yok olmasına ve popülizmin yükselmesine katkıda bulunuyor. Daron Acemoğlu ve Simon Johnson yakın zaman önce, teknik değişimin yönünün her zaman kimin karar verme gücü olduğuna bağlı olduğu savını dile getirdi; sendikalar, yapay zeka ile ilgili kararlar için masada olmalı. Ekonomistlerin evrensel zenginleşme aracı olarak teknik değişime duydukları heves, artık savunulabilir değil (eğer daha önce savunulabilir idiyse).”
‘YOKSULLUĞUN AZALMASI GERÇEKTEN KÜRESELLEŞME SAYESİNDE Mİ OLDU?’
İkinci olarak serbest ticaretin ABD’li işçilere faydaları ve küreselleşmenin küresel yoksullukta son 30 yıl içinde yaşandığı ileri sürülen azalmadan sorumlu olduğu iddiası konusunda çok daha şüpheli olduğunu belirten iktisatçı Angus Deaton, “Küreselleşmenin çalışan Amerikalılarda yarattığı hasarın küresel yoksulluğu azaltmak üzere ödeme yapmak için makul bir bedel olduğu, çünkü Amerika’daki işçilerin küresel yoksullardan çok daha iyi durumda olduğu fikrini artık savunmuyorum. Hindistan’da yoksulluğun azaltılmasının dünya ticareti ile çok az ilgisi olduğuna inanıyorum” değerlendirmesinde bulundu.
Yerel ve yabancı işçiler arasındaki takaslar konusundaki etik yargularını da ciddi bir şekilde yeterince düşünmediğini söyleyen Deaton, “Sıkıntı içinde olanlara yardım etme konusunda elbette bir görevimiz var ama kendi vatandaşlarımıza karşı diğerlerine karşı olmayan ilave yükümlülüklerimiz bulunuyor” ifadelerini kullandı.
‘DAHA ÖNCE BEN DE GÖÇÜN İYİ BİR ŞEY OLDUĞUNU DÜŞÜNÜRDÜM’
Son olarak göç konusuna değinen Angus Deaton, daha önce, ekonomistler arasında var olan ‘ABD’ye göçün iyi bir şey olduğu’ yönündeki fikre kendisinin de katıldığını ancak artık böyle düşünmediğini söyledi. Daha önce ABD’ye göçün göçmenlere büyük faydalar sağladığına ve yerli düşük vasıflı işçiler için neredeyse hiçbir maliyetinin olmadığına inandığını anlatan Deaton, “Son 150 yıl içinde yapılan uzun erimli analiz, farklı bir hikaye anlatıyor. Amerika açık olduğunda eşitsizlik yüksekti; sınırlar kapalı olduğunda çok daha azdı; sonra Hart-Celler’den (Göç ve Tabiiyet Yasası) sonra yeniden arttı” değerlendirmesinde bulundu.
Angus Deaton, makalesine son verirken, ekonomistlerin filozof, tarihçi ve sosyologların fikirlerinden daha fazla yararlanabileceğine, bundan filozof, tarihçi ve sosyologların da muhtemelen fayda sağlayacağını belirtti.
(DIŞ HABERLER SERVİSİ)